NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
أَحْمَدُ
بْنُ
مُحَمَّدِ
بْنِ حَنْبَلٍ
حَدَّثَنَا
وَكِيعٌ
حَدَّثَنَا سُفْيَانُ
عَنْ يَزِيدَ
بْنِ أَبِي
زِيَادٍ عَنْ
مُحَمَّدِ
بْنِ عَلِيِّ
بْنِ عَبْدِ اللَّهِ
بْنِ
عَبَّاسٍ
عَنْ ابْنِ
عَبَّاسٍ
قَالَ
وَقَّتَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
لِأَهْلِ
الْمَشْرِقِ
الْعَقِيقَ
İbn Abbâs (r.a.)'dan;
demiştir ki:
Resûlullah (s.a.v.)
maşrik halkı için "Akîk"i mîkat ta'yin etti.
İzah:
Tırmizî, hac. Ahmed
b. Hanbel, I- 343.
Bu hadis-i şerifte Nebi
(s.a.v.)in Iraklıların ihram yeri olarak Akîk'i ta'yin ettiği ifade ediliyor. Esasen
"Akîk", dereye sel sularının aktığı sel yatağına denir.
"Vadi" anlamında, da kullanılır. Firûzâbâdî'nin beyânına göre,
"Akîk, Medine'de, Yemâ-me'de, Tâif'de Tihâme'de ve Necd ülkesinde bir
yerin adıdır. Bunlardan başka aynı isimle anılan altı yer daha
vardır.[Tercümatu'l-Kâmus III, 24.] Buradaki Akîk'den maksat Iraklıların ihram
yeri olarak bilinen Zâtu Irk ile Irak arasında kalan, Irak'a yaklaşık olarak
bir konaklık mesafede bulunan bir yerdir. Bir önceki hadis-i şerifte
Iraklıların mîkati olarak Zâtu Irk'ın ta'yin edildiği ifade edildiği halde
burada "Iraklıların mîkat yeri olarak Akîk ta'yin edildi denilmesi bu iki
hadis arasında bir çelişki bulunduğunu göstermez. Çünkü gerçekte bu iki ifade
arasında bir fark yoktur. Çünkü Iraklıların ihrama Zâtu Irk'tan girmeleri
farzdır. Zâtu Irk'ı ihramsız olarak geçmeleri haramdır. Zâtu Irk'dan biraz
daha geride bulunan Akîk'den ihrama girmeleri ise, müstehabdır. Çünkü
"Akîk" Mekke'ye Zâtu Irk'dan daha uzaktır. Yahutda daha önceleri Zâtu
Irk bugünkü Akîk denilen yerde bulunduğu için vaktiyle buraya Zâtu Irkda
deniyordu. Daha sonra Zâtu Irk'ın bugünkü yerine kaldırılmış olması ve
Iraklıların ihrama farz olarak girecekleri noktanın Akîk olarak belirlenmiş
olduğu da düşünülebilir. Netice olarak şunu söyleyebiliriz ki; Akîk ile Zatu
Irk bir biribirlerinden farklı iki ayrı yer değildir, aksine bir yerin Irak'a
yakın tarafını "Akik" Mekke'ye yakın tarafını da Zâtu Irk teşkil
etmektedir. Nitekim Sa'îd b. Cübeyr'in, Zâtu Irk'tan ihrama girmek isteyen bir
adamı görünce o adamın elinden tutup Akîk vadisinin öbür kıyısında bulunan
mezarlığa getirerek "Burası birinci Zâtu Irk'dır," dediği rivayet
edilir. Ayrıca Zâtu Irk'ın Iraklılardan Basra halkı için, Akîk'in de Medâyin
halkı için ihram yeri olarak ta'yin edilmiş olması da mümkündür. Nitekim
Tahâvı'nin rivayet ettiği bir hadiste "Enes b. Mâlik'in Resûl-i Ekrem
(s.a.v.)'i Zülhuleyfe'yi Medineliler için, Cuhfe'yi Şamlılar için, Zâtu Irk'ı
Basralılar için, Akîk'i de, Medâyinliler için ihram yeri olarak ta'yin ederken
işittiği" ifâde edilmektedir.[bk. et-Tahâvî, Şerhu Me'âni'I-asâr II, 119.]
Bununla beraber,
konumuzu teşkil eden ve "Akîk"in Iraklıların ihram yeri olarak
ta'yin edildiğini ifâde eden Ebû Dâvûd hadisi zayıftır. Çünkü bu hadisi
Muhammed b. Ali'den rivayet eden tek râvi, Yezîd b. Ebû Ziyâd'dır. O da
güvenilir bir kimse değildir. İmâm Nevevî, Şerhu'l-Mühezzeb isimli eserinde bu
hadisle ilgili olarak, "bu hadisi Yezid b. Ebî Ziyâd rivayet etmiştir.
Yezid'in zayıf bir râvi olduğunda, hadis âlimleri ittifak etmişlerdir.
Binâenaleyh İmâm Tirmizî'nin bu hadis hakkında "hasendir" demesi,
doğru değildir." der.[es-Sa'âtî,, el-Fethur'r-Rabbânî, XI, 111.] Hattâbî de, Iraklıların mi-kati
konusunda en sağlam haberin "Irak fethedildikten sonra Hz.Ömer'in Zâtu
Irk'ı Irak'lıların ihram yeri olarak tayin ettiğini" bildiren haber olduğunu
ve Şafiî'ye göre Irak'lıların ihrama Akîk'ten girmeleri müstehab olduğunu, eğer
Zatu Irk'tan girecek olurlarsa, bunun da kâfi geleceğini, kendi zamanına
gelinceye kadar müslümanların İmâm Şafiî'nin bu görüşüyle amel edegeldiklerini
söylemektedir.
Bundan önceki hadiste
de ifâde ettiğimiz gibi her ne kadar Zâtu Irk'ın Irak'lıların mikati olduğunu
ifâde eden hadisler zayıfsa da, birbirilerini takviye ettiklerinden zayıf
derecesinden kurtulup hasen liğayrihı mertebesine yükselmişlerdir. Ancak,
"eğer Zâtu Irk'ın Irak'lıların mikati olduğuna dâir sağlam bir hadis
bulunsaydı Hz. Ömer, ictihâd edip de Zâtu Irk'ı tekrar Iraklıların mîkati
olarak ta'yin etmeye lüzum görmezdi" diye itiraz edilirse de Tahâvî'nin
dediği gibi ona şu şekilde cevap verilebilir: "Hz. Ömer, Hz. Nebi'in, Zâtu
Irk'ı Iraklıların mikati olarak ta'yin ettiğini duymadığı için bu mevzuda
ictihâd etme lüzumunu duymuş ve içtihadında da, Hz. Nebi'in tesbitine isabet
etmiş olabilir."[el-Mubârekfûrî, Tuhfetu'l-ahve/î, III, 571; es-Subkî,
el-Menhel, XI, 275.]